Türkiye’nin ve dünyanın şaheser yapılarından olan İstanbul’daki Ayasofya’dan sonra, Edirne’deki Selimiye, UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alındı. Bugüne kadar Dünya Miras Listesine Türkiye’den 9 adet tarih ve kültürel varlığımız alınmıştır.
Bu varlıklardan; İstanbul, Safranbolu, Boğazköy, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, Truva Arkeolojik Kenti kültürel, Pamukkale ve Göreme-Kapadokya hem kültürel, hem doğal miras olarak listeye alınmıştır. Dünya Miras Listesinde yer alan 9 varlığın yanı sıra UNESCO Dünya Miras Endikatif (Geçici) Listesinde yer alan Efes ve Karain ören yerlerine ait adaylık dosyaları UNESCO Dünya Miras Merkezine gönderilmiş, 12 si de sırada beklemekte.
Ayasofya, Selimiye’den çok önce yapılmış, şüphesiz çok muhteşem bir yapıdır.
Daha önce ahşap ağırlıklı olarak iki kez yapılmış, fakat çeşitli ayaklanmalarla yakılmış. Günümüze gelen muhteşem yapısını İmparator Iustinianus (527-565) ilk iki Ayasofya’dan daha büyük bir kilise yaptırmak istemiş, çağın ünlü mimarlarından Miletos’lu İsidoros ve Tralles`i Anthemios’a günümüze ulaşan Ayasofya’yı yaptırmıştır.
Anadolu’nun antik şehir kalıntılarından sütunlar, başlıklar, mermerler ve renkli taşlar Ayasofya`da kullanılmak üzere İstanbul`a getirilmiştir. Ayasofya’nın yapımına 23 Aralık 532 de başlanmış, 27 Aralık 537 de beş yılda tamamlanmıştır. Selimiye’nin yapılışına, 1568 de başlanmış, 1574 tarihinde altı yılda, Ayasofya’dan 1037 yıl sonra bitirilmiştir.
İlk yapıldığında Büyük Kilise (Megale Ekklesia) denilen bu muhteşem yapıt, Kutsal Bilgelik’e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınır, Fetih’ten sonra ise Ayasofya olarak anılmaya başlanır.
Bazı kaynaklar Ayasofya’nın “açılışında bin boğa, altı bin koyun, altı yüz geyik, bin domuz, on bin tavuk, on bin horoz kurban edilir ve yoksullara çeşitli yardımlarda bulunulur” şeklinde ayrıntı yazarlar.
Daha yapıldığı ilk yıllardan itibaren ihtişamı ve “erişilmez bir sınırsızlığı” temsil eden kubbesiyle herkesi şaşırtıp büyüleyen Ayasofya, 916 yıl boyunca kilise, 481 yıl da cami olarak hem Hıristiyanlığın, hem de Müslümanlığın hizmetinde bulundu (1398 yıl ibadethane olarak kullanıldı). Bu eser dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır. Mimar Sinan Ayasofya’nın dışına yaptığı payandalarla yapının dayanıklılığını arttırarak, günümüze kadar gelmesini sağlar
Ayasofya, uzun yıllar Ortodoksluğa hizmet verdikten sonra, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Latinlerin eline geçmesiyle 1203- 1261 yılları arasında Katolik Dünyası için kullanıldı. Bu arada Latinlere borçlu olan İmparator IV. Aleksios, Ayasofya’nın değerli birçok eşyasını onlara vermek zorunda kaldı. Bu nedenle, Ayasofya’ya ait pek çok kutsal eşya halen Venedik’te bulunuyor. http://www.turkcebilgi.com/ayasofya/ansiklopedi
Ayasofya yapılışından günümüze kadar 1474 yıldır; Selimiye de, yapılışından günümüze kadar 437 yıldır ayakta. Her iki yapı da, nice depremlere, isyanlara, yangınlara dayanmış, çağımızın iki muhteşem eseridir. Ayasofya, kilise ve camiden sonra 1935 ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir.
Selimiye’nin UNESCO tarafından bu yıl dünya mirası listesine alınması nedeni ile Selimiye ile Ayasofya arasındaki bazı ayrıntıları kıyaslayarak değinmek istedik.
İslam dünyasında 1037 yıldır, Ayasofya’nın kubbe yüksekliği, kubbe genişliği yönleri ile onun kadar bir yapı, mabet yapılamamıştı. Bu farkı bilen Hıristiyanlar, Müslümanlara, İstanbul’un alınışından sonra da Türklere sürekli olarak, “İslam dünyası Ayasofya kadar bir yapı, ibadethane yapmadı, yapamaz” diyerek övünüyorlardı. Bu övünmelere kızan Mimar Sinan, Edirne de, “ustalık eserim” dediği, Ayasofya kubbesinden daha geniş, daha yüksek olan Selimiye Camisini yaparak dünya mimarisine eşsiz bir yapı kazandırdı. Tarihi bir kaynaktan (Solakzade tarihinden) aldığımız bazı ayrıntıları, Selimiye’nin Ayasofya’dan daha yüksek ve daha geniş olduğunu, belki birçoğumuz bilmiyordur. Selimiye’nin muhteşem yapısı ve farkı ile Müslümanlara karşı Hıristiyanların Ayasofya övünmesini bitiren ve öteki ayrıntıları içeren yazımız
Şöyledir:
MİMAR SİNAN SELİMİYE’Yİ AYASOFYA’YA TEPKİ OLARAK MI YAPTI?
İstanbul’da Bizanslılardan kalan, kubbesinin genişliği ve büyüklüğü ile tanınan Ayasofya, şüphesiz Türkiyede bulunan muhteşem yapılardan biridir.
Mimar Sinan’ın 80 yaşında yaptığı ve ustalık eseri olan anıtsal yapı Osmanlı-Türk sanatının ve dünya Mimarlık tarihinin baş yapıtlarındandır. Sultan II. Selim’in emriyle yaptırılmıştır.
1913 yılındaki Bulgar kuşatmasında camiye isabet eden top izlerinden biri hala görülebilir durumdadır. Sultan Mahfeli yönünde ve kubbecikte bulunan bu iz, 1930 yılında Atatürk’ün Edirne’ye yaptığı ziyarette Onun emriyle ve bir “ibret” olarak yerinde bırakılmıştır. Bu tür muhteşem eserleri daha da yüceltmek isteyen halk, birbirinden ilginç menkıbe, söylentiler yayarlar. “Minarelere hangi yönden bakılırsa bakılsın iki adet görülür.” değerlendirmesi yanlıştır. Minareler çok yerde üçer görülebilir, ancak bakış açısı değiştikçe görüntü ve sayı değişebilir.
1588 yılının 9 Nisan günü 98 yaşında vefat eden, tarihin en büyük mimarlarından Mimar Sinan, yaşından çok fazla (477) mimari eser bırakmıştır. Edirnelilerin “Edirneli” olarak bildiği Mimar Sinan’ın Edirne’de 20 kadar eseri vardır.
Yüzyıllar içinde Ayasofya’nın kubbesinden daha büyük bir kubbe yapılmamıştı. Bunu bilen bütün Hıristiyanlar, Türklere, Müslümanlara karşı, “Müslümanlar bu eser gibi bir yapı yapamazlar”, diyerek övünüyor, böbürleniyorlardı. Bunu gören, duyan Mimar Sinan Ayasofya’dan daha büyük bir eser yapmayı kafasına koymuştu. Padişahın da desteği ile Edirne’de Selimiye Camisini yapmaya karar verdi. 1568 yılında yapımına başlanan bu muhteşem Selimiye Camisi, 1574 tarihinde bitirilmiştir. Bu konuda Solakzade Tarihi’nde (Cilt: II, Sf: 328–329) da aynen şunlar yazılmakta:
“Mimar Sinan Edirne şehrinde, büyük bir mil üzerine dört minareli güzel bir cami ve eşi benzeri bulunmaz yepyeni bir mabet bina etmiştir. Minarenin şerefelerinin içinde ayrı ayrı birer yol vardır. Birbirlerine mülâki olmadan çıkan müezzinler, şerefesine gelinceye kadar arkadaşları ile karşılaşmazlar.
Bahsedilen camiinin içi öyle bir şekilde tezyin edilmiştir ki, sanki nurla parlatılmıştır. Mimar Başı olan Mimar Sinan Ağa, “Tezkiretü’l-ebniyye” ile isimlendirdiği risalelerinde, böyle yazmış ve ifade etmiştir ki: «Ayasofya Kubbesi gibi büyük bir kubbe İslâm Devletlerinde bina olunmamıştır» diye, düşman taifesinin mimar geçinenleri,«Müslümanlara galebemiz vardır», derler ve ta’n-âmîz sözler söylerler idi. Fâsid zanlarınca o kadar yüksek kubbeyi durdurmak gayet müşkildir. «Benzeri mümkün olsa yapardınız», dedikleri, bu fakirin kalbinde büyük bir düğüm olarak kalmış idi. Zikri geçen camiinin binasına himmet edip bu kubbeyi Ayasofya Kubbesinden altı zira daha yüksek ve dört zira geniş eyledim.
İmareti, medresesi ve dârüşşifası o derece güzel görünüşlüdür ki, hiçbir padişaha misli nasip olmamıştır. …..Saltanatları zamanında vezirazam olan tedbirli ve her işin ehli bulunan Sokullu Mehmet Paşa’nın hayratı da pek çok görülmüştür. Darüssaltana olan Kostantiniyye’de de çeşitli cami, iskele, han ve kervansaraylar bina ettirmiştir”.
Zira: Osmanlı zamanında, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü birimidir. Yaklaşık 43 cm dir.
Bu duruma göre Selimiye Kubbesi, Ayasofya Kubbesinden, 6×43=258 cm daha yüksek, Selimiye Kubbesi Ayasofya Kubbesinden, 4×43=172 cm daha geniştir.
(ZİRA: Osmanlı zamanında, dirsekten orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü birimi. Yaklaşık 42–43cm.dir.
Selimiye kubbesi, Ayasofya’dan 6 zira x43=258cm yüksektir.
Selimiye kubbesi; Ayasofya’dan 43×4=172cm daha geniştir.
Kaynak: Solakzade Tarihi Cilt: 2, Sf: 328–329